18 Aralık 2013 Çarşamba

emevi sanatu ve mşatta sarayı

EMEVİ SANATI Emevî sanatı, özellikle mimarlık alanında gelişmişti. Emevî döneminden günümüze pek çok cami, saray, kale gibi yapılar kalmıştır. Emevî sanatı; Yunan, Bizans, İran’daki Sasani sanatından etkilenmiştir. I. Velid döneminde (705-715) Şam'da yaptırılan Emevîye Camisi (ya da Ümeyye Camisi), Emevî mimarlığının karakteristik özelliklerini taşır. Dikdörtgen planlı cami, eski bir Roma tapınağının temeli üzerinde yükselir. Yapı, dört büyük ayağın taşıdığı dört kemere oturtulan bir kubbeyle örtülüdür. Caminin kare planlı üç minaresi vardır. Avlusunu üç yandan iki katlı revaklarla çevrilidir. Emevîye Camisi, günümüze pek az örneği kalan zengin mozaik bezemeleriyle de dikkati çeker. Bu bezemelerde Yunan ve Bizans etkileri açıkça görülür. Kudüs'te sekiz köşeli Kubbetü's-Sahra da (ya da Ömer Camisi) Emevî mimarisinin önemli bir örneğidir. Emevîlere karşı ayaklanan Abdullah bin Zübeyr Mekke'yi ele geçirince, Halife Abdülmelik Muhammed'in namaz kılmış olduğu yerde, Müslümanların hac ödevini yerine getirmeleri için bu camiyi yaptırmıştır. Gene Abdülmelik döneminde Kudüs'te yapılan Mescid-i Aksa büyüklüğüyle dikkat çeker. Emevîlerin Suriye çöllerinde yaptırdıkları saray, köşk, kale gibi yapılardan günümüze çok azı ulaşmıştır. Lût Gölü'nün kuzey ucundaki Kuseyr Amra Köşkü, çevresi geniş surla çevrili bir alandadır ve salon ile hamamdan oluşur. Salonun duvarlarının Emevîlerin askeri zaferlerini betimleyen resimlerle kaplı olması dikkat çekicidir. Bu resimlerde de Yunan ve İran etkisi görülür. Emevî sanatının bir özelliği de, duvar yüzeylerini hiç boş yer bırakmaksızın bezemekti. Şam'ın 200 km güneyinde kurulmuş tipik bir çöl sarayı olan Mşatta Sarayı, kulelerle güçlendirilmiş bir surun ortasında yer alır. Mşatta Sarayı’nın içinde de Yunan ve İran etkisi taşıyan zengin bezemeler vardır. Emevîlerden kalan bir başka yapı biçimi de bir tür han olan ribatidi. Bir surla çevrili olan ribatlarda odalar, ambar, ahır, sarnıç ve gözcü kuleleri bulunuyordu. Uzun yolculuklar sırasında konaklamak için kullanılan ribat, aynı zamanda küçük birer askeri üstü. MŞATTA SARAYI . Mşatta Sarayı, Ürdün'de, Amman’ın 22 km güneyinde, 8. yüzyılın ortalarına doğru yapıldığı kabul edilen Emevi sarayı. Kare planlı olup, kaleyi andıran kalın duvarları vardır. Kazılar yapının tamamlanamadığını göstermiştir. Ana eksen üzerinde, girişte simetrik konumlu mekanlar ve bir mescit, ortada bir şeref avlusu, kuzeyde ise yonca planlı bir taht salonu ve yine simetrik konumlu mekanlar yer alıyordu. Sarayın çok ince bir işçilik gösteren oyma taş süslemeleri sanat tarihinde büyük önem taşır. Duvar zikzak çizgilerle üçgenlere bölünmüş, her üçgenin ortasına akantüs yapraklarından oluşan kabartma birer rozet yerleştirilmiştir. Üçgenlerin zemini de ince kıvrık dallar ve hayvan figürleriyle doldurulmuştur. Bu figürlerde Helenistik etkiler göze çarpar. Mescidin bulunduğu yöndeki duvarda bitkisel motiflerle yetinilmesi, hayvan figürü olmaması ilginçtir.

6 Kasım 2013 Çarşamba

ELLORA AJANTA MAĞARALARI HİNT TVEDA TOPLUMU

                          







       ELLORA AJANTA MAĞARALARI
               
                          VE

 

              HİNT VEDA TOPLUMU








                              ELLORA  MAĞARALARI
       Hindistan’da Maharashtra Eyaletinin kuzeyinde Aurangabad şehrine 30-40 km uzaklığında bulunan tarihi bir miras Ellora Mağaraları. Kayalara oyulmuş eski tapınaklardan oluşan bu mağaralar Unesco tarafından Dünya mirası olarak tescillenmiştir. Ajanta mağaralarına çok yakındır fakat aralarındaki farktan dolayı iki mağara kıyaslanamaz bile.Ellora’da yalnızca resimler değil buna benzer heykel ve heykelcikler de bulunmaktadır ek olarak tek bir tapınak değil birçok dine ait tapınakları bünyesinde barındırmaktadır.


                             ELLORA MAĞARALARI




                       ELLORA MAĞARALARI



       Kuzey-Güney doğrultusunda oyulmuşlardır ve en baştaki mağara ile en sondaki arasında yaklaşık 2 kilometre mesafe bulunmaktadır. Bu alanda toplam 34 mağara bulunmaktadır bu 34 mağaranın tümü aynı dine ait değildir. 17 Hindu,12 Budist ve 5 tane de Jain tapınağı mevcuttur bu da tarihte farklı dinlere hizmet ettiğini ortaya koymaktadır.
Mağaralarda bulunan resimler ve heykeller gerçekten işçilik harikasıdır bu heykeller özellikle yapılan ibadetleri ve törenleri anlatmaktadır. Birçok dine hizmet eden bu mağaralarda ilk tapınaklar Budistler adına inşaa edilmiştir. Kayaların içine oyulan tapınakların işçilikleri fazlasıyla kaliteli ve  günümüzde de özelliğini ve orijinal yapısını kaybetmemiştir. Mağaraların en ortasında, ana tapınak Kaisala bulunmaktadır. Tarihçilerin yaptığı araştırmaya göre yapım 150 yıl sürmüş ve yaklaşık 7.000-10.000 işçi bu tapınakların yapımında görev almıştır.




               AJANTA MAĞARALARI

 

 

              Ülkede, 2’nci yüzyıldan kalma, tarihi mağaralardır.

Mağaralar içinde: heykeller, resimler ve Budist dine ait tasvirler bulunmaktadır.
Mağaralar: 1983 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Kökeni M.Ö 200′e kadar dayanan Ajanta Mağaraları Hindistan’ın Maharashtra bölgesinde Ajanta Dağlarının bazalt kayalar ile kaplı tepelerinde yer alır. Mağaralar doğal mağaralar değildir. Budist rahipler tarafından 29 farklı kaya bloğu oyularak oluşturulmuştur.
Mağaralarıjn oluşumu M.Ö. 200 ile M.S 600 yılları arasında olmuştur. Mağara tamamen Budha’ya adanmış olup duvarlarında Budha’nın yaşamı ile ilgili kesitler yer almaktadır. Her mağaranın içi olağanüstü güzellikte kabartmalardan, sütunlardan ve kubbeler ile süslenmiştir.
Budha’ya ait olan duvar resimleri Budha’nın günlük yaşantısından kesitler sunar. Ajanta mağaraları oldukça iyi muhafaza edilmiştir.




           



                                AJANTA MAĞARALARI

















                                    HİNT VEDA TOPLUMU


        Vedalar, Aryan din edebiyatının tamamını içine alan bir terimdir. Hinduizm dinine inananlar için kutsaldırlar ve yine bu dine inananlar için açığa çıkmış bilgidirler. Veda kelimesi bilgi manasına gelir ve farkında olmak manasına gelen wit sözcüğüyle aynı kökene sahiptir.
Birçok Hindu, Vedaların yaratılışın başından beri var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 senesi civarında ortaya çıkmışken, en eski metin yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına aittir. Fakat birçok Hint Bilimciye göre metinler yazılmadan önce uzunca bir süre devam eden bir sözel gelenek mevcuttu.



















                             VEDALAR 4 ANA BÖLÜME AYRILIR
1.    Samhitalar
2.    Brahmanalar
3.    Aranyakalar
4.    Upanişadlar
Samhitalar: İlahi, sihir, melodi ve kurban bilgisini içerir ve 4 bölüme ayrılır:
1.    RigVeda
2.    SamaVeda
3.    YajurVeda
4.    AtharvaVeda

       Brahmanalarda dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları anlatılır.
      Aranyakalarda artık ritüelizm değil tamamen sembolik anlamlar açıklanmaya başlanır.
Aranyakalar ve özellikle "Veda'ların sonu" (Vedanta) olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması mantralara göre çok daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" kabul edilir ve Hint felsefesi konusunda en önemli kaynaklardan biridir.
        Samhitalardan en değerlisi ve en eskisi olan Rig-Veda'da doğa güçlerinin kişileştirilmesi olan Tanrılara tazim için yazılmış 1017 ilahi vardır, her ilahi 10 kadar âyetten oluşur, bunların ayrı bir edebî vezni olduğu için yüksek sesle okunur, anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir ve anlaşılmasının oldukça zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın anlamına, evrenin başlangıcına ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır:
"Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Orada mıydı, derinliklerine ulaşılamaz engin Umman? Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi bir belirti yoktu, Tek olan soluk olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan başka da hiçbir şey yoktu.
Karanlık vardı, her şeyi saran bir karanlık, ve her şey ayrışmamış haldeki Ummandı o zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve var oldu.
        Başlangıçta ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını.
Belli belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip ayırdı..." (Rig-Veda 10:129)
SamaVeda, melodiler vedasıdır. Kurban esnasında rahipler bu ilahileri okurlar.
YajurVeda'da, Kurban ile ilgili sözler ve dualar bulunmaktadır, bir kısmı nesir, bir kısmı da manzum olarak yazılmıştır. Kurban esnasında alçak sesle okunur.
AtharvaVeda, dinî ayin ve törenlerde okunan dua ve yakarışları ihtiva eder, 730 ilahiden oluşur. Kozmik, mistik parçalar ve büyü ile ilgili dualar vardır.
    Upanişadlar: Sözsel anlamı gurulara yaklaşmak, yakınlaşmaktır. Hinduizmin vedalarının son kısmında yer alan eklerin adıdır. Ormana çekilmiş ve münzevi bir hayat yaşayan kutsal adamların müritlerine aktardıkları, bazen de sade öğretilerden oluşmuştur. Ormana ait bilgiler ve gizli öğretiler diye de adlandırılmaktadır. Huzur ve arınma yolunda daha çok fiziksel ve somut adanmışlıklar içeren ve öneren vedalara bir tepki olarak, evrenle birlik hali ile içsel huzur ve dinginlik arama yolunda daha ruhani patikalar ve biçimler arayan öğretilerin bir toplaması olduğuna inanılmaktadır. Veda'ların sonu “Vedanta” olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" olarak kabul edilir.


                                                                               HAZIRLAYAN
                                                                          UMUT CAN TABAR








ELLORA AJANTA MAĞARALARI VE HİNT VEDA TOPLUMU



       ELLORA AJANTA MAĞARALARI
               
                          VE

 

              HİNT VEDA TOPLUMU



 HAZIRLAYAN
UMUT CAN TABAR




                              ELLORA  MAĞARALARI
       Hindistan’da Maharashtra Eyaletinin kuzeyinde Aurangabad şehrine 30-40 km uzaklığında bulunan tarihi bir miras Ellora Mağaraları. Kayalara oyulmuş eski tapınaklardan oluşan bu mağaralar Unesco tarafından Dünya mirası olarak tescillenmiştir. Ajanta mağaralarına çok yakındır fakat aralarındaki farktan dolayı iki mağara kıyaslanamaz bile.Ellora’da yalnızca resimler değil buna benzer heykel ve heykelcikler de bulunmaktadır ek olarak tek bir tapınak değil birçok dine ait tapınakları bünyesinde barındırmaktadır.


                             ELLORA MAĞARALARI




                       ELLORA MAĞARALARI



       Kuzey-Güney doğrultusunda oyulmuşlardır ve en baştaki mağara ile en sondaki arasında yaklaşık 2 kilometre mesafe bulunmaktadır. Bu alanda toplam 34 mağara bulunmaktadır bu 34 mağaranın tümü aynı dine ait değildir. 17 Hindu,12 Budist ve 5 tane de Jain tapınağı mevcuttur bu da tarihte farklı dinlere hizmet ettiğini ortaya koymaktadır.
Mağaralarda bulunan resimler ve heykeller gerçekten işçilik harikasıdır bu heykeller özellikle yapılan ibadetleri ve törenleri anlatmaktadır. Birçok dine hizmet eden bu mağaralarda ilk tapınaklar Budistler adına inşaa edilmiştir. Kayaların içine oyulan tapınakların işçilikleri fazlasıyla kaliteli ve  günümüzde de özelliğini ve orijinal yapısını kaybetmemiştir. Mağaraların en ortasında, ana tapınak Kaisala bulunmaktadır. Tarihçilerin yaptığı araştırmaya göre yapım 150 yıl sürmüş ve yaklaşık 7.000-10.000 işçi bu tapınakların yapımında görev almıştır.




               AJANTA MAĞARALARI

 

 

              Ülkede, 2’nci yüzyıldan kalma, tarihi mağaralardır.

Mağaralar içinde: heykeller, resimler ve Budist dine ait tasvirler bulunmaktadır.
Mağaralar: 1983 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Kökeni M.Ö 200′e kadar dayanan Ajanta Mağaraları Hindistan’ın Maharashtra bölgesinde Ajanta Dağlarının bazalt kayalar ile kaplı tepelerinde yer alır. Mağaralar doğal mağaralar değildir. Budist rahipler tarafından 29 farklı kaya bloğu oyularak oluşturulmuştur.
Mağaralarıjn oluşumu M.Ö. 200 ile M.S 600 yılları arasında olmuştur. Mağara tamamen Budha’ya adanmış olup duvarlarında Budha’nın yaşamı ile ilgili kesitler yer almaktadır. Her mağaranın içi olağanüstü güzellikte kabartmalardan, sütunlardan ve kubbeler ile süslenmiştir.
Budha’ya ait olan duvar resimleri Budha’nın günlük yaşantısından kesitler sunar. Ajanta mağaraları oldukça iyi muhafaza edilmiştir.




           



                                AJANTA MAĞARALARI

















                                    HİNT VEDA TOPLUMU


        Vedalar, Aryan din edebiyatının tamamını içine alan bir terimdir. Hinduizm dinine inananlar için kutsaldırlar ve yine bu dine inananlar için açığa çıkmış bilgidirler. Veda kelimesi bilgi manasına gelir ve farkında olmak manasına gelen wit sözcüğüyle aynı kökene sahiptir.
Birçok Hindu, Vedaların yaratılışın başından beri var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 senesi civarında ortaya çıkmışken, en eski metin yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına aittir. Fakat birçok Hint Bilimciye göre metinler yazılmadan önce uzunca bir süre devam eden bir sözel gelenek mevcuttu.


















                             VEDALAR 4 ANA BÖLÜME AYRILIR
1.    Samhitalar
2.    Brahmanalar
3.    Aranyakalar
4.    Upanişadlar
Samhitalar: İlahi, sihir, melodi ve kurban bilgisini içerir ve 4 bölüme ayrılır:
1.    RigVeda
2.    SamaVeda
3.    YajurVeda
4.    AtharvaVeda

       Brahmanalarda dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları anlatılır.
      Aranyakalarda artık ritüelizm değil tamamen sembolik anlamlar açıklanmaya başlanır.
Aranyakalar ve özellikle "Veda'ların sonu" (Vedanta) olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması mantralara göre çok daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" kabul edilir ve Hint felsefesi konusunda en önemli kaynaklardan biridir.
        Samhitalardan en değerlisi ve en eskisi olan Rig-Veda'da doğa güçlerinin kişileştirilmesi olan Tanrılara tazim için yazılmış 1017 ilahi vardır, her ilahi 10 kadar âyetten oluşur, bunların ayrı bir edebî vezni olduğu için yüksek sesle okunur, anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir ve anlaşılmasının oldukça zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın anlamına, evrenin başlangıcına ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır:
"Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Orada mıydı, derinliklerine ulaşılamaz engin Umman? Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi bir belirti yoktu, Tek olan soluk olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan başka da hiçbir şey yoktu.
Karanlık vardı, her şeyi saran bir karanlık, ve her şey ayrışmamış haldeki Ummandı o zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve var oldu.
        Başlangıçta ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını.
Belli belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip ayırdı..." (Rig-Veda 10:129)
SamaVeda, melodiler vedasıdır. Kurban esnasında rahipler bu ilahileri okurlar.
YajurVeda'da, Kurban ile ilgili sözler ve dualar bulunmaktadır, bir kısmı nesir, bir kısmı da manzum olarak yazılmıştır. Kurban esnasında alçak sesle okunur.
AtharvaVeda, dinî ayin ve törenlerde okunan dua ve yakarışları ihtiva eder, 730 ilahiden oluşur. Kozmik, mistik parçalar ve büyü ile ilgili dualar vardır.
    Upanişadlar: Sözsel anlamı gurulara yaklaşmak, yakınlaşmaktır. Hinduizmin vedalarının son kısmında yer alan eklerin adıdır. Ormana çekilmiş ve münzevi bir hayat yaşayan kutsal adamların müritlerine aktardıkları, bazen de sade öğretilerden oluşmuştur. Ormana ait bilgiler ve gizli öğretiler diye de adlandırılmaktadır. Huzur ve arınma yolunda daha çok fiziksel ve somut adanmışlıklar içeren ve öneren vedalara bir tepki olarak, evrenle birlik hali ile içsel huzur ve dinginlik arama yolunda daha ruhani patikalar ve biçimler arayan öğretilerin bir toplaması olduğuna inanılmaktadır. Veda'ların sonu “Vedanta” olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" olarak kabul edilir.


                                                                               HAZIRLAYAN
                                                                          UMUT CAN TABAR








                                      SÜMERLER VE YAZININ İCADI 








                                                                            HAZIRLAYAN
                                                                             UMUT  CAN TABAR















    SÜMERLER
         Sümerler, MÖ 4000 - MÖ 2000 yılları arasında Güney Irak'ta (Mezopotamya) yerleşik olan, medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölge ve medeniyettir.
      Milattan önceki yüzyıllarda bölgeye gelerek, dördüncü bin yıl içinde devlet kurmuşlardır . İlk Sümerler, İran Körfezi ile Babil arasında Sinear adı verilen bölgeye yerleşmişlerdir.
       Elamlılar, Akkadlar ve Kasitlerle komşuydular. Bölgede bulunan Dicle ve Fırat nehirleri taştığından, etraflarında meydana gelen bataklıkları kurutmaya başladılar. Nehirlerin kenarlarına set çekerek taşmanın önüne geçtiler. Setlerden sun’i tepeler meydana gelip, üstüne evler yaptılar. Kurdukları şehirlerin etrafını surlarla çevirdiler. Site adı verilen şehir devletleri kurdularsümerler
Sümerler on bir şehir devleti kurmuşlardır. En meşhurları Kiş, Lagaş, Mari, Ur, Uruk’tur.  Şehirler tapınakların etrafında kurulan evlerden oluşuyordu.
 Sümer şehir devletlerini rahiplik görevi de bulunan Patesi adı verilen bir prens yönetiyordu.
Mezopotomya'da taş bulunmadığı için yapılarda tuğla ve kerpiç kullanılmıştır. Bu sebeple mimari pek gelişmemiştir.Aynı zamanda binalar uzun süre ayakta kalamamıştır.
Çok tanrılı bir dinsel inanışları vardır.Öldükten sonra yaşam inancı yoktur. İnanışları dünya ile ilgilidir.Onlar için mutluluk dünyadadır. Ziggurat adı verilen tapınaklar yapmışlardır. Gökteki tanrılarıyla baş başa kalmak için,tapınakların üstüne çıkar ve gece gökyüzünü seyrederlerdi. Bunun sonucu astronomi bilimi gelişmiştir.


  













                                                                         YAZININ İCADI
         Yazının icadı, bilinen insanlık tarihinin de başlangıcı olarak kabul edildiğinden ve tarihin kayıt altına alınarak günümüze ulaşmasını sağladığı için en önemli icat olarak kabul edilir. Tarihsel süreç içerisinde her milletin kendine özgü bir yazı sistemi geliştirdiği ve bu durumun da insan yaşamında gelişen ihtiyaçlar nedeniyle zorunlu hale geldiği bilinmektedir. Yazının ilk olarak kim ya da hangi topluluk tarafından kullanıldığı kesin olarak bilinmese de, bilinen en alfabeye dayalı yazı sistemi Sümerlere aittir.
         Sümerlerin geliştirdiği yazı sistemi ilk aşamada taş daha sonraki dönemde toprak tabletler üzerinde kullanılıyor ve günlük hayatın her alanından farklı bilgilerin kayıt edilmesini sağlıyordu. M.Ö. 26 yüzyıl gibi oldukça eski bir döneme tarihlendirilen Sümer tabletlerinin bulunuşu da, bilinen insanlık tarihinin rotasının belirlenmesi açısından hayal dahi edilemeyecek bir öneme sahiptir. İlk olarak Sümer rahiplerinin depoladıkları malların kaydını tutmak için geliştirdiği yazı sistemi, kısa süre içerisinde gelişerek ticaretten eğitime birçok alanda kullanılmıştır.
                                     



                                                      ESKİ BİR SÜMER TABLETİ

    


SÜMER ALFABESİ
        Ticaret hayatında alışveriş ve stok tutmada da yaygın olarak kullanılmaya başlanan Sümer alfabesi, ilerleyen zamanlarda insan isimlerinde meydana gelen karışıklıkların giderilmesi için hecelere ayrılmıştır. Kişilerin isimlerinin parçalara yani hecelere bölünerek farklı hayvanlara benzetilmesiyle gelişen bu sistem, kişinin isminin birkaç hayvan figürünün bir arada kullanılmasıyla belirtilmesini ve böylece karışıklıkların giderilmesini sağladı. Bu şekilde Sümer dilinde kullanılan seslerin bire bir karşıtı olan ilk harfler de şekillenmiş oldu ve Sümer alfabesi gelişerek daha kompleks bir yapıya büründü.














                                             SÜMER ALFABESİ
            Yazının gelişim sürecine Eski Mısır toplumu da büyük katkı yapmış olsa da, hiyeroglif adı verilen resimlere dayalı anlatım dilini geliştiremedikleri için alfabe sistemine geçememişlerdir. Mısır yazım sisteminde farklı kelimeleri anlatabilmek için 3 bininin üzerinde hiyeroglif olması ve anlatımın daha karmaşık olması, Sümerlerin geliştirdiği alfabenin de yapısal anlamda farklı bir perspektifte incelenmesine neden olmaktadır.
            Tarihsel süreç içerisinde çivi yazısı da önemli değişim aşamalarından geçmiştir ve özellikle Persler ve Hititliler tarafından yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Ayrıca yazının tarihi gelişiminde büyük önemi olan Çinliler de, bilhassa hiyeroglif sistemini ilk olarak geliştiren toplum olarak görülmektedir. M.Ö. 1700′lerden itibaren başlayan hiyeroglife dayalı bir yazı sistemi tarihi olan Çinliler, bu süreçten sonra yazı sistemlerini sürekli olarak geliştirmiş ve günümüzde de hiyeroglife dayalı yazı sistemlerini de hala kullanmaktadır.
            Yazının gelişim sürecine Eski Mısır toplumu da büyük katkı yapmış olsa da, hiyeroglif adı verilen resimlere dayalı anlatım dilini geliştiremedikleri için alfabe sistemine geçememişlerdir. Mısır yazım sisteminde farklı kelimeleri anlatabilmek için 3 bininin üzerinde hiyeroglif olması ve anlatımın daha karmaşık olması, Sümerlerin geliştirdiği alfabenin de yapısal anlamda farklı bir perspektifte incelenmesine neden olmaktadır.
            Tarihsel süreç içerisinde çivi yazısı da önemli değişim aşamalarından geçmiştir ve özellikle Persler ve Hititliler tarafından yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Ayrıca yazının tarihi gelişiminde büyük önemi olan Çinliler de, bilhassa hiyeroglif sistemini ilk olarak geliştiren toplum olarak görülmektedir. M.Ö. 1700′lerden itibaren başlayan hiyeroglife dayalı bir yazı sistemi tarihi olan Çinliler, bu süreçten sonra yazı sistemlerini sürekli olarak geliştirmiş ve günümüzde de hiyeroglife dayalı yazı sistemlerini de hala kullanmaktadır.










SÜMER ÇİVİ YAZISINDAN BİR ÖRNEK TABLET











                                                                                     
                                                                                       HAZIRLAYAN / UMUT  CAN TABAR



                                                                                                                         

sümerler ve yazının icadı