KİNETİK SANAT /ALEXANDER CALDER
1 Ocak 2014 Çarşamba
KİNETİK SANAT/ ALEXANDER CALDER
KİNETİK SANAT
İleri uygarlığın getirdiği, modern sanat akımlarından biri. Kişiden kişiye değişen bir yorum ve algılama kabiliyetine dayanan rengarenk plastik formlar, kareler, yuvarlaklar, ilgi çekici düzenlemelerle yüzeyleri dolduran bir sanat.Kinetik sanat, Victor Vasarely tarafından 1955 yıllarında Paris’te tanıtılmışken, günümüzde bu sanatın merkezi New York gösterilmektedir. Victor Vesarely, dünyada kinetik sanatın babası olarak tanınır.
Kinetik sanat soyutlamadan doğan ve yapıtın değişken özelliği ile görünürdeki hareketi üstüne kurulmuş olan çağdaş sanat biçimidir.
"Temeli hareket olan" ya da "hareketle ilgili olan" anlamındaki kinetik sözcüğü bilimsel kökenli bir terimdir ve plastik sanatlar alanında 1920'de girmiştir. Kinetik sanat terimi de ilk olarak Gabo ve kardeşi Pevsner tarafından ( Gerçekçi Bildirge, 1920) kullanıldı. Kinetik heykel adı altında Gabo'nun gerçekleştirmiş olduğu hareketli bir çelik çubuktu.
Bununla birlikte Kinetik sanat, gerçek anlamda 1950-60 yılları arasında gelişme gösterdi ve gene bu tarihten sonra geniş kitleleri ilgilendirmeye başladı. Bu yeni anlatım biçiminin doğuşu doğrudan doğruya teknoloji ve bilim alanındaki gelişmelerin hızlanmasının bir sonucudur; çeşitli öncü sanat gruplarının araştırmalarından kaynaklanır. Gerçekten de, pek çoK sanatçı, özellikle de enformel sanattan yana olanlar, araştırmalarının bir bölümünü hareketin anlatımına yöneltiler. Bunlar arasında özellikle İtalya'daki Ball'nın çevresinde toplanan fütüristler, Blaue Reiter grubunun bazı üyeleri, ışıncılar, vb. vardı. Marcel Duchamp, rotorölyefler'iyle söz konusu alanda, üç boyutlu yapıtlara gerçek hareketi getiren öncüler arasında yer aldı.
Julio Le Parc'ın kesit-yüzeyler, ışık-sürekliler, devingen-süreklikler adlı yapıtlarında olduğu kadar, Garcia Rossi'nin değişken ışıklı rölyefler'i, Stein'ın kaleidoskoplar'ı, Sobrino ve Yvaral'ın çakışmalar'ı hep bu amaca yönelik yapıtlardır. Optik kinetizm, İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen yirmi yıl boyunca plastik sanatların anlatım tekniklerini, gücül hareketlerden olduğu kadar gerçek hareketlerden, flaşlardan, neon lambalardan, saydamlıklardan, "hareli etkilerden", kesikli aydınlatmalardan, ışık dalgalarından yararlanarak tümüyle yenilemiştir.
Kinetik sanatın özgünlüğü yalnızca, bilimsel teknolojiden sanat alanında yararlanmasından kaynaklanmaz; bu akım sanat yapıtının bir dönüşüm geçirmesini sağlamaya çalışır. Yapıt kinetik olduğu zaman başlıca özelliğini oluşturan karmaşıklık, resim ve heykel sanatlarının geleneksel katagorilerinin sınırlarını aşar. Yapıt artık, sanatçının yararlandığı enerji kaynaklı yöntemlerden doğal uzamsal, zamansal dinamik boyutlar kazanmıştır. Yapımı ve gelişmesi, çevrenin (sessel, ışıksal, renksel) canlı bir biçimde değişmesiyle gerçekleşir. Sanatçı böyle bir yapıtı oluşturabilmek için ustaca giriştiği "ruhsal saldırı"yla seyircinin etkin biçimde katkısına başvurmak zorundadır. bundan böyle seyirci de yapıtın yaratılma sürecine katılmış olur.
Soyut akımın en önemli eğilimlerinden doğmuş olan kinetik sanat, günümüzde bile hala geleceğe bağlı bir nitelik taşır.
KİNETİK SANAT TÜRLERİ
1974’de Frank J.Malina hazırladığı Kinetik Art : Theory And Practice (Kinetik Sanat : kuram ve uygulama) adlı kitapta, Kinetik Sanat’ın kapsamını parçaları mekanik yöntemle hareketli kılan üç boyutlu nesne ve kuruluşlar olarak tanımlamış, ayrıca film aygıtlarından yararlanılarak yaratılan resimleri de bu kavram içine dahil etmiştir. Bugünkü kinetik kapsamında değerlendirilen türlerse şöyle sıralanabilir.
1. Optik Yanılsama ve Görsel İkiliklerin Olanaklarından Yararlanılarak İzleyicide Optik Oynama ve Hareket Yaratan Resimler: Bu tür yapıtlar çoğunlukla OP SANAT tanımı içinde değerlendirilir. Statik durur gibi görülen bazı eserlerde hareket algısı verebilir. Fransız resim sanatçısı Victor Vasarely’nin bazı iki boyutlu yapıtları, küçük hücremsi yüzey düzenlemeleriyle hareket ediyormuş gibi gösterilmiştir.
Kişiden kişiye değişen bir yorum ve algılama kabiliyetine dayanan rengarenk plastik formlar, kareler, yuvarlaklar, ilgi çekici düzenlemelerle yüzeyleri dolduran bir sanat olan kinetik sanat 1955’de Paris’te Victor Vasarely tarafından tanıtılmışken günümüzde bu sanatın merkezi Newyork’ta gösterilmiştir. Vasarely, dünyada Kinetik Sanatın babası olarak tanınır.
2. İzleyicinin Mekan İçinde Yerini Değiştirmesiyle Biçim Değiştiren İşler: Bunun ilk örneği ELLİSSİTSKİ’nin 1928’de Hannoverde tasarladığı “Soyut Galeride” ki uygulamasıdır. 1950’den sonraysa Venezüella’da ressam SOTO, İsrailli sanatçı AGAM ve Fransız Görsel Sanatlar Araştırma Grubu (GRAV) benzer türde çalışmalar yapmıştır.
3. Neon Işıklı İlanlarda olduğu gibi, bir işin kademeli olarak aydınlatılmasıyla elde edilen ışık akışından yararlanarak yaratılmış hareket yanılsamasının bulunduğu Yapıtlar: “Işık Sanatı” bu yöntemden yararlanmıştır. Nicolas Schoefe; kinetizmin temel malzemesi olan mekan, ışık, zaman, dinanizm ilkelerini ortaya koyan Nicolas akımın kuramcısı olarak kabul edilir. Heykellerinde devinim ve ışık yansıması sorunlarını irdelemiştir.
4. Calder’in Mobilleri gibi hareket sağlayan bir aygıt olmaksızın kendiliğinden hareket kazandırılan üç boyutlu nesneler
5. Bir aygıt aracılığıyla hareket kazandırılan üç boyutlu nesneler
ALEXANDER CALDER
(22 Temmuz 1898 – 11 Kasım 1976)
Sandy Calder olarak da bilinen ABD'li heykeltıraş ve ressam, en ünlü çalışması mobildir. Alexander Calder ayrıca tablo, taş baskı, oyuncak, kanaviçe ve mücevher gibi çalışmalar da oluşturdu.
22 Temmuz 1898 tarihinde Lawnton, Pennsylvania'da doğdu. Sanatçı bir aileden geldi. 1902 yılında dört yaşındayken, şimdi Metropolitan Museum of Art New York'ta bulunan babasının heykeli için çıplak poz verdi. Aynı yıl içinde, ilk heykel çalışması olan kil fili tamamladı. Üç yıl sonra babası tüberküloz geçirdiği için annesi ile birlikte Oracle, Arizona'ya taşındı ve bir yıl için çocukları, arkadaşlarına bıraktı. Çocuklar, ebeveynleri ile 1906 yılının Mart ayında tekrar biraraya geldiler ve Arizona'daki çiftlikte aynı yılın sonbaharına kadar kaldılar. Arizona'dan sonra Calder'ın ailesi Pasadena, Kaliforniya'ya taşındı.
1909 yılında, dördüncü sınıftayken ailesi için Noel hediyesi olarak pirinç levhadan bir köpek ve bir ördek heykeli oluşturdu.
alder, bir sanatçı olmaya karar verince Art Students League of New York'a yerleşti. Öğrenciyken, 1925 yılında National Police Gazette için çalıştı. Burada Ringling Brothers and Barnum and Bailey Circus çizimleri için görev aldı. Daha sonraki çalışmalarında tema olacak olan sirke hayran oldu. 1926 yılında, Calder Paris'e taşındı. Sırp oyuncak tüccarının önerisiyle, artikülasyon ile oyuncak tasarlamaya başladı. 1927 yılında Birleşik Devletler'e geri döndü. Çocuklar için ahşaptan çekilebilen ve itilebilen oyuncaklar tasarladı ve bunlar, Gould Manufacturing Company tarafından üretildi.
1928 yılında, Calder, ticari bir galeri olan Weyhe Galerisi New York'ta ilk solo fuarını düzenlendi. 1934 yılında ise, ilk solo müze sergisini The Renaissance Society at the University of Chicago'da düzenledi.
Paris'teyken Calder, Joan Miró, Jean Arp ve Marcel Duchamp gibi birçok avant-garde sanatçılarıyla tanıştı. 1930 yılında Piet Mondrian'ın stüdyosuna yaptığı bir ziyaret, onu soyut sanatta şoka uğrattı.
18 Aralık 2013 Çarşamba
emevi sanatu ve mşatta sarayı
EMEVİ SANATI
Emevî sanatı, özellikle mimarlık alanında gelişmişti. Emevî döneminden günümüze pek çok cami, saray, kale gibi yapılar kalmıştır. Emevî sanatı; Yunan, Bizans, İran’daki Sasani sanatından etkilenmiştir.
I. Velid döneminde (705-715) Şam'da yaptırılan Emevîye Camisi (ya da Ümeyye Camisi), Emevî mimarlığının karakteristik özelliklerini taşır. Dikdörtgen planlı cami, eski bir Roma tapınağının temeli üzerinde yükselir. Yapı, dört büyük ayağın taşıdığı dört kemere oturtulan bir kubbeyle örtülüdür. Caminin kare planlı üç minaresi vardır. Avlusunu üç yandan iki katlı revaklarla çevrilidir. Emevîye Camisi, günümüze pek az örneği kalan zengin mozaik bezemeleriyle de dikkati çeker. Bu bezemelerde Yunan ve Bizans etkileri açıkça görülür. Kudüs'te sekiz köşeli Kubbetü's-Sahra da (ya da Ömer Camisi) Emevî mimarisinin önemli bir örneğidir. Emevîlere karşı ayaklanan Abdullah bin Zübeyr Mekke'yi ele geçirince, Halife Abdülmelik Muhammed'in namaz kılmış olduğu yerde, Müslümanların hac ödevini yerine getirmeleri için bu camiyi yaptırmıştır. Gene Abdülmelik döneminde Kudüs'te yapılan Mescid-i Aksa büyüklüğüyle dikkat çeker.
Emevîlerin Suriye çöllerinde yaptırdıkları saray, köşk, kale gibi yapılardan günümüze çok azı ulaşmıştır. Lût Gölü'nün kuzey ucundaki Kuseyr Amra Köşkü, çevresi geniş surla çevrili bir alandadır ve salon ile hamamdan oluşur. Salonun duvarlarının Emevîlerin askeri zaferlerini betimleyen resimlerle kaplı olması dikkat çekicidir. Bu resimlerde de Yunan ve İran etkisi görülür. Emevî sanatının bir özelliği de, duvar yüzeylerini hiç boş yer bırakmaksızın bezemekti. Şam'ın 200 km güneyinde kurulmuş tipik bir çöl sarayı olan Mşatta Sarayı, kulelerle güçlendirilmiş bir surun ortasında yer alır. Mşatta Sarayı’nın içinde de Yunan ve İran etkisi taşıyan zengin bezemeler vardır.
Emevîlerden kalan bir başka yapı biçimi de bir tür han olan ribatidi. Bir surla çevrili olan ribatlarda odalar, ambar, ahır, sarnıç ve gözcü kuleleri bulunuyordu. Uzun yolculuklar sırasında konaklamak için kullanılan ribat, aynı zamanda küçük birer askeri üstü.
MŞATTA SARAYI
.
Mşatta Sarayı, Ürdün'de, Amman’ın 22 km güneyinde, 8. yüzyılın ortalarına doğru yapıldığı kabul edilen Emevi sarayı.
Kare planlı olup, kaleyi andıran kalın duvarları vardır. Kazılar yapının tamamlanamadığını göstermiştir. Ana eksen üzerinde, girişte simetrik konumlu mekanlar ve bir mescit, ortada bir şeref avlusu, kuzeyde ise yonca planlı bir taht salonu ve yine simetrik konumlu mekanlar yer alıyordu. Sarayın çok ince bir işçilik gösteren oyma taş süslemeleri sanat tarihinde büyük önem taşır. Duvar zikzak çizgilerle üçgenlere bölünmüş, her üçgenin ortasına akantüs yapraklarından oluşan kabartma birer rozet yerleştirilmiştir. Üçgenlerin zemini de ince kıvrık dallar ve hayvan figürleriyle doldurulmuştur. Bu figürlerde Helenistik etkiler göze çarpar. Mescidin bulunduğu yöndeki duvarda bitkisel motiflerle yetinilmesi, hayvan figürü olmaması ilginçtir.
6 Kasım 2013 Çarşamba
ELLORA AJANTA MAĞARALARI HİNT TVEDA TOPLUMU
ELLORA AJANTA MAĞARALARI
VE
HİNT VEDA TOPLUMU
ELLORA MAĞARALARI
Hindistan’da
Maharashtra Eyaletinin kuzeyinde Aurangabad şehrine 30-40 km uzaklığında
bulunan tarihi bir miras Ellora Mağaraları. Kayalara oyulmuş eski
tapınaklardan oluşan bu mağaralar Unesco tarafından Dünya mirası olarak
tescillenmiştir. Ajanta mağaralarına çok yakındır fakat aralarındaki farktan
dolayı iki mağara kıyaslanamaz bile.Ellora’da yalnızca resimler değil buna
benzer heykel ve heykelcikler de bulunmaktadır ek olarak tek bir tapınak
değil birçok dine ait tapınakları bünyesinde barındırmaktadır.
ELLORA MAĞARALARI
ELLORA MAĞARALARI
Kuzey-Güney
doğrultusunda oyulmuşlardır ve en baştaki mağara ile en sondaki arasında
yaklaşık 2 kilometre mesafe bulunmaktadır. Bu alanda toplam 34
mağara bulunmaktadır bu 34 mağaranın tümü aynı dine ait değildir. 17
Hindu,12 Budist ve 5 tane de Jain tapınağı mevcuttur bu da tarihte farklı
dinlere hizmet ettiğini ortaya koymaktadır.
Mağaralarda bulunan resimler ve heykeller gerçekten
işçilik harikasıdır bu heykeller özellikle yapılan ibadetleri ve törenleri
anlatmaktadır. Birçok dine hizmet eden bu mağaralarda ilk tapınaklar
Budistler adına inşaa edilmiştir. Kayaların içine oyulan tapınakların işçilikleri
fazlasıyla kaliteli ve günümüzde de özelliğini ve orijinal yapısını kaybetmemiştir. Mağaraların en ortasında, ana
tapınak Kaisala bulunmaktadır. Tarihçilerin yaptığı araştırmaya
göre yapım 150 yıl sürmüş ve yaklaşık 7.000-10.000 işçi bu tapınakların
yapımında görev almıştır.
AJANTA
MAĞARALARI
Ülkede, 2’nci yüzyıldan kalma,
tarihi mağaralardır.
Mağaralar içinde:
heykeller, resimler ve Budist dine ait tasvirler bulunmaktadır.
Mağaralar: 1983 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil
edilerek koruma altına alınmıştır.
Kökeni M.Ö 200′e
kadar dayanan Ajanta Mağaraları Hindistan’ın Maharashtra bölgesinde Ajanta
Dağlarının bazalt kayalar ile kaplı tepelerinde yer alır. Mağaralar doğal
mağaralar değildir. Budist rahipler tarafından 29 farklı kaya bloğu oyularak
oluşturulmuştur.
Mağaralarıjn oluşumu
M.Ö. 200 ile M.S 600 yılları arasında olmuştur. Mağara tamamen Budha’ya adanmış
olup duvarlarında Budha’nın yaşamı ile ilgili kesitler yer almaktadır. Her
mağaranın içi olağanüstü güzellikte kabartmalardan, sütunlardan ve kubbeler ile
süslenmiştir.
Budha’ya ait olan
duvar resimleri Budha’nın günlük yaşantısından kesitler sunar. Ajanta
mağaraları oldukça iyi muhafaza edilmiştir.
AJANTA
MAĞARALARI
HİNT VEDA TOPLUMU
Vedalar, Aryan din edebiyatının tamamını içine alan
bir terimdir. Hinduizm dinine
inananlar için kutsaldırlar ve yine bu dine inananlar için açığa çıkmış bilgidirler. Veda
kelimesi bilgi manasına
gelir ve farkında olmak manasına
gelen wit sözcüğüyle aynı kökene sahiptir.
Birçok Hindu, Vedaların yaratılışın başından beri
var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 senesi
civarında ortaya çıkmışken, en eski metin yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına
aittir. Fakat birçok Hint Bilimciye göre metinler yazılmadan önce
uzunca bir süre devam eden bir sözel gelenek mevcuttu.
VEDALAR 4 ANA BÖLÜME AYRILIR
1. Samhitalar
2. Brahmanalar
3. Aranyakalar
4. Upanişadlar
Samhitalar: İlahi, sihir, melodi ve kurban bilgisini
içerir ve 4 bölüme ayrılır:
1.
RigVeda
2.
SamaVeda
3.
YajurVeda
4.
AtharvaVeda
Brahmanalarda dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları
anlatılır.
Aranyakalarda artık ritüelizm değil tamamen sembolik anlamlar
açıklanmaya başlanır.
Aranyakalar ve özellikle "Veda'ların sonu"
(Vedanta) olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik
yapıdadır, anlaşılması mantralara göre çok daha kolay olduğundan
"Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" kabul edilir ve Hint
felsefesi konusunda en önemli kaynaklardan biridir.
Samhitalardan en değerlisi ve en eskisi olan Rig-Veda'da doğa
güçlerinin kişileştirilmesi olan Tanrılara tazim için yazılmış 1017 ilahi
vardır, her ilahi 10 kadar âyetten oluşur, bunların ayrı bir edebî vezni olduğu
için yüksek sesle okunur, anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir
ve anlaşılmasının oldukça zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın
anlamına, evrenin başlangıcına ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır:
"Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı
ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Orada mıydı, derinliklerine ulaşılamaz engin Umman?
Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi
bir belirti yoktu, Tek olan soluk olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan
başka da hiçbir şey yoktu.
Karanlık vardı, her şeyi saran bir karanlık, ve her
şey ayrışmamış haldeki Ummandı o zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve
var oldu.
Başlangıçta
ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler
gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını.
Belli belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip
ayırdı..." (Rig-Veda 10:129)
SamaVeda, melodiler vedasıdır. Kurban esnasında
rahipler bu ilahileri okurlar.
YajurVeda'da, Kurban ile ilgili sözler ve dualar
bulunmaktadır, bir kısmı nesir, bir kısmı da manzum olarak yazılmıştır. Kurban
esnasında alçak sesle okunur.
AtharvaVeda, dinî ayin ve törenlerde okunan dua ve
yakarışları ihtiva eder, 730 ilahiden oluşur. Kozmik, mistik parçalar ve büyü
ile ilgili dualar vardır.
Upanişadlar: Sözsel anlamı gurulara yaklaşmak, yakınlaşmaktır.
Hinduizmin vedalarının son kısmında yer alan eklerin adıdır. Ormana çekilmiş ve
münzevi bir hayat yaşayan kutsal adamların müritlerine aktardıkları, bazen de
sade öğretilerden oluşmuştur. Ormana ait bilgiler ve gizli öğretiler diye de
adlandırılmaktadır. Huzur ve arınma yolunda daha çok fiziksel ve somut
adanmışlıklar içeren ve öneren vedalara bir tepki olarak, evrenle birlik hali
ile içsel huzur ve dinginlik arama yolunda daha ruhani patikalar ve biçimler
arayan öğretilerin bir toplaması olduğuna inanılmaktadır. Veda'ların sonu
“Vedanta” olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik
yapıdadır, anlaşılması daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli
bölümleri, zirvesi" olarak kabul edilir.
HAZIRLAYAN
UMUT CAN TABAR
ELLORA AJANTA MAĞARALARI VE HİNT VEDA TOPLUMU
ELLORA AJANTA MAĞARALARI
VE
HİNT VEDA TOPLUMU
HAZIRLAYAN
UMUT CAN TABAR
ELLORA MAĞARALARI
Hindistan’da
Maharashtra Eyaletinin kuzeyinde Aurangabad şehrine 30-40 km uzaklığında
bulunan tarihi bir miras Ellora Mağaraları. Kayalara oyulmuş eski
tapınaklardan oluşan bu mağaralar Unesco tarafından Dünya mirası olarak
tescillenmiştir. Ajanta mağaralarına çok yakındır fakat aralarındaki farktan
dolayı iki mağara kıyaslanamaz bile.Ellora’da yalnızca resimler değil buna
benzer heykel ve heykelcikler de bulunmaktadır ek olarak tek bir tapınak
değil birçok dine ait tapınakları bünyesinde barındırmaktadır.
ELLORA MAĞARALARI
ELLORA MAĞARALARI
Kuzey-Güney
doğrultusunda oyulmuşlardır ve en baştaki mağara ile en sondaki arasında
yaklaşık 2 kilometre mesafe bulunmaktadır. Bu alanda toplam 34
mağara bulunmaktadır bu 34 mağaranın tümü aynı dine ait değildir. 17
Hindu,12 Budist ve 5 tane de Jain tapınağı mevcuttur bu da tarihte farklı
dinlere hizmet ettiğini ortaya koymaktadır.
Mağaralarda bulunan resimler ve heykeller gerçekten
işçilik harikasıdır bu heykeller özellikle yapılan ibadetleri ve törenleri
anlatmaktadır. Birçok dine hizmet eden bu mağaralarda ilk tapınaklar
Budistler adına inşaa edilmiştir. Kayaların içine oyulan tapınakların işçilikleri
fazlasıyla kaliteli ve günümüzde de özelliğini ve orijinal yapısını kaybetmemiştir. Mağaraların en ortasında, ana
tapınak Kaisala bulunmaktadır. Tarihçilerin yaptığı araştırmaya
göre yapım 150 yıl sürmüş ve yaklaşık 7.000-10.000 işçi bu tapınakların
yapımında görev almıştır.
AJANTA
MAĞARALARI
Ülkede, 2’nci yüzyıldan kalma,
tarihi mağaralardır.
Mağaralar içinde:
heykeller, resimler ve Budist dine ait tasvirler bulunmaktadır.
Mağaralar: 1983 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil
edilerek koruma altına alınmıştır.
Kökeni M.Ö 200′e
kadar dayanan Ajanta Mağaraları Hindistan’ın Maharashtra bölgesinde Ajanta
Dağlarının bazalt kayalar ile kaplı tepelerinde yer alır. Mağaralar doğal
mağaralar değildir. Budist rahipler tarafından 29 farklı kaya bloğu oyularak
oluşturulmuştur.
Mağaralarıjn oluşumu
M.Ö. 200 ile M.S 600 yılları arasında olmuştur. Mağara tamamen Budha’ya adanmış
olup duvarlarında Budha’nın yaşamı ile ilgili kesitler yer almaktadır. Her
mağaranın içi olağanüstü güzellikte kabartmalardan, sütunlardan ve kubbeler ile
süslenmiştir.
Budha’ya ait olan
duvar resimleri Budha’nın günlük yaşantısından kesitler sunar. Ajanta
mağaraları oldukça iyi muhafaza edilmiştir.
AJANTA
MAĞARALARI
HİNT VEDA TOPLUMU
Vedalar, Aryan din edebiyatının tamamını içine alan
bir terimdir. Hinduizm dinine
inananlar için kutsaldırlar ve yine bu dine inananlar için açığa çıkmış bilgidirler. Veda
kelimesi bilgi manasına
gelir ve farkında olmak manasına
gelen wit sözcüğüyle aynı kökene sahiptir.
Birçok Hindu, Vedaların yaratılışın başından beri
var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 senesi
civarında ortaya çıkmışken, en eski metin yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına
aittir. Fakat birçok Hint Bilimciye göre metinler yazılmadan önce
uzunca bir süre devam eden bir sözel gelenek mevcuttu.
VEDALAR 4 ANA BÖLÜME AYRILIR
1. Samhitalar
2. Brahmanalar
3. Aranyakalar
4. Upanişadlar
Samhitalar: İlahi, sihir, melodi ve kurban bilgisini
içerir ve 4 bölüme ayrılır:
1.
RigVeda
2.
SamaVeda
3.
YajurVeda
4.
AtharvaVeda
Brahmanalarda dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları
anlatılır.
Aranyakalarda artık ritüelizm değil tamamen sembolik anlamlar
açıklanmaya başlanır.
Aranyakalar ve özellikle "Veda'ların sonu"
(Vedanta) olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik
yapıdadır, anlaşılması mantralara göre çok daha kolay olduğundan
"Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" kabul edilir ve Hint
felsefesi konusunda en önemli kaynaklardan biridir.
Samhitalardan en değerlisi ve en eskisi olan Rig-Veda'da doğa
güçlerinin kişileştirilmesi olan Tanrılara tazim için yazılmış 1017 ilahi
vardır, her ilahi 10 kadar âyetten oluşur, bunların ayrı bir edebî vezni olduğu
için yüksek sesle okunur, anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir
ve anlaşılmasının oldukça zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın
anlamına, evrenin başlangıcına ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır:
"Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı
ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Orada mıydı, derinliklerine ulaşılamaz engin Umman?
Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi
bir belirti yoktu, Tek olan soluk olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan
başka da hiçbir şey yoktu.
Karanlık vardı, her şeyi saran bir karanlık, ve her
şey ayrışmamış haldeki Ummandı o zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve
var oldu.
Başlangıçta
ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler
gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını.
Belli belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip
ayırdı..." (Rig-Veda 10:129)
SamaVeda, melodiler vedasıdır. Kurban esnasında
rahipler bu ilahileri okurlar.
YajurVeda'da, Kurban ile ilgili sözler ve dualar
bulunmaktadır, bir kısmı nesir, bir kısmı da manzum olarak yazılmıştır. Kurban
esnasında alçak sesle okunur.
AtharvaVeda, dinî ayin ve törenlerde okunan dua ve
yakarışları ihtiva eder, 730 ilahiden oluşur. Kozmik, mistik parçalar ve büyü
ile ilgili dualar vardır.
Upanişadlar: Sözsel anlamı gurulara yaklaşmak, yakınlaşmaktır.
Hinduizmin vedalarının son kısmında yer alan eklerin adıdır. Ormana çekilmiş ve
münzevi bir hayat yaşayan kutsal adamların müritlerine aktardıkları, bazen de
sade öğretilerden oluşmuştur. Ormana ait bilgiler ve gizli öğretiler diye de
adlandırılmaktadır. Huzur ve arınma yolunda daha çok fiziksel ve somut
adanmışlıklar içeren ve öneren vedalara bir tepki olarak, evrenle birlik hali
ile içsel huzur ve dinginlik arama yolunda daha ruhani patikalar ve biçimler
arayan öğretilerin bir toplaması olduğuna inanılmaktadır. Veda'ların sonu
“Vedanta” olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik
yapıdadır, anlaşılması daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli
bölümleri, zirvesi" olarak kabul edilir.
HAZIRLAYAN
UMUT CAN TABAR
SÜMERLER VE YAZININ İCADI
HAZIRLAYAN
UMUT CAN TABAR
SÜMERLER
Sümerler, MÖ 4000 - MÖ 2000 yılları
arasında Güney Irak'ta
(Mezopotamya)
yerleşik olan, medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölge ve medeniyettir.
Milattan önceki yüzyıllarda bölgeye
gelerek, dördüncü bin yıl içinde devlet kurmuşlardır . İlk Sümerler, İran
Körfezi ile Babil arasında Sinear adı verilen bölgeye yerleşmişlerdir.
Elamlılar, Akkadlar ve Kasitlerle komşuydular.
Bölgede bulunan Dicle ve Fırat nehirleri taştığından, etraflarında meydana
gelen bataklıkları kurutmaya başladılar. Nehirlerin kenarlarına set çekerek
taşmanın önüne geçtiler. Setlerden sun’i tepeler meydana gelip, üstüne evler
yaptılar. Kurdukları şehirlerin etrafını surlarla çevirdiler. Site adı verilen
şehir devletleri kurdular
Sümerler on bir şehir devleti kurmuşlardır.
En meşhurları Kiş, Lagaş, Mari, Ur, Uruk’tur. Şehirler tapınakların etrafında kurulan
evlerden oluşuyordu.
Sümer şehir devletlerini rahiplik görevi de
bulunan Patesi adı verilen bir prens yönetiyordu.
Mezopotomya'da taş bulunmadığı
için yapılarda tuğla ve kerpiç kullanılmıştır. Bu sebeple mimari pek
gelişmemiştir.Aynı zamanda binalar uzun süre ayakta kalamamıştır.
Çok tanrılı bir dinsel inanışları
vardır.Öldükten sonra yaşam inancı yoktur. İnanışları dünya ile ilgilidir.Onlar
için mutluluk dünyadadır. Ziggurat adı verilen tapınaklar yapmışlardır. Gökteki
tanrılarıyla baş başa kalmak için,tapınakların üstüne çıkar ve gece gökyüzünü
seyrederlerdi. Bunun sonucu astronomi bilimi gelişmiştir.
YAZININ İCADI
Yazının icadı, bilinen insanlık
tarihinin de başlangıcı olarak kabul edildiğinden ve tarihin kayıt altına
alınarak günümüze ulaşmasını sağladığı için en önemli icat olarak kabul edilir.
Tarihsel süreç içerisinde her milletin kendine özgü bir yazı sistemi
geliştirdiği ve bu durumun da insan yaşamında gelişen ihtiyaçlar nedeniyle
zorunlu hale geldiği bilinmektedir. Yazının ilk olarak kim ya da hangi topluluk
tarafından kullanıldığı kesin olarak bilinmese de, bilinen en alfabeye dayalı
yazı sistemi Sümerlere aittir.
Sümerlerin geliştirdiği yazı sistemi
ilk aşamada taş daha sonraki dönemde toprak tabletler üzerinde kullanılıyor ve
günlük hayatın her alanından farklı bilgilerin kayıt edilmesini sağlıyordu.
M.Ö. 26 yüzyıl gibi oldukça eski bir döneme tarihlendirilen Sümer tabletlerinin
bulunuşu da, bilinen insanlık tarihinin rotasının belirlenmesi açısından hayal
dahi edilemeyecek bir öneme sahiptir. İlk olarak Sümer rahiplerinin
depoladıkları malların kaydını tutmak için geliştirdiği yazı sistemi, kısa süre
içerisinde gelişerek ticaretten eğitime birçok alanda kullanılmıştır.
ESKİ BİR SÜMER TABLETİ
Ticaret hayatında alışveriş ve stok tutmada
da yaygın olarak kullanılmaya başlanan Sümer alfabesi, ilerleyen zamanlarda
insan isimlerinde meydana gelen karışıklıkların giderilmesi için hecelere
ayrılmıştır. Kişilerin isimlerinin parçalara yani hecelere bölünerek farklı
hayvanlara benzetilmesiyle gelişen bu sistem, kişinin isminin birkaç hayvan
figürünün bir arada kullanılmasıyla belirtilmesini ve böylece karışıklıkların giderilmesini
sağladı. Bu şekilde Sümer dilinde kullanılan seslerin bire bir karşıtı olan ilk
harfler de şekillenmiş oldu ve Sümer alfabesi gelişerek daha kompleks bir
yapıya büründü.
Yazının gelişim sürecine Eski Mısır
toplumu da büyük katkı yapmış olsa da, hiyeroglif adı verilen resimlere dayalı
anlatım dilini geliştiremedikleri için alfabe sistemine geçememişlerdir. Mısır
yazım sisteminde farklı kelimeleri anlatabilmek için 3 bininin üzerinde
hiyeroglif olması ve anlatımın daha karmaşık olması, Sümerlerin geliştirdiği
alfabenin de yapısal anlamda farklı bir perspektifte incelenmesine neden
olmaktadır.
Tarihsel süreç içerisinde çivi yazısı da
önemli değişim aşamalarından geçmiştir ve özellikle Persler ve Hititliler
tarafından yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Ayrıca yazının tarihi gelişiminde
büyük önemi olan Çinliler de, bilhassa hiyeroglif sistemini ilk olarak
geliştiren toplum olarak görülmektedir. M.Ö. 1700′lerden itibaren başlayan
hiyeroglife dayalı bir yazı sistemi tarihi olan Çinliler, bu süreçten sonra yazı
sistemlerini sürekli olarak geliştirmiş ve günümüzde de hiyeroglife dayalı yazı
sistemlerini de hala kullanmaktadır.
Yazının gelişim sürecine Eski Mısır
toplumu da büyük katkı yapmış olsa da, hiyeroglif adı verilen resimlere dayalı
anlatım dilini geliştiremedikleri için alfabe sistemine geçememişlerdir. Mısır
yazım sisteminde farklı kelimeleri anlatabilmek için 3 bininin üzerinde
hiyeroglif olması ve anlatımın daha karmaşık olması, Sümerlerin geliştirdiği
alfabenin de yapısal anlamda farklı bir perspektifte incelenmesine neden
olmaktadır.
Tarihsel süreç içerisinde çivi
yazısı da önemli değişim aşamalarından geçmiştir ve özellikle Persler ve
Hititliler tarafından yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Ayrıca yazının tarihi
gelişiminde büyük önemi olan Çinliler de, bilhassa hiyeroglif sistemini ilk
olarak geliştiren toplum olarak görülmektedir. M.Ö. 1700′lerden itibaren
başlayan hiyeroglife dayalı bir yazı sistemi tarihi olan Çinliler, bu süreçten
sonra yazı sistemlerini sürekli olarak geliştirmiş ve günümüzde de hiyeroglife
dayalı yazı sistemlerini de hala kullanmaktadır.
SÜMER
ÇİVİ YAZISINDAN BİR ÖRNEK TABLET
HAZIRLAYAN
/ UMUT CAN TABAR
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)